26 Eylül 2012 Çarşamba

“ama” ile bağlanmayan güzel duyguların şerefine…



Yazım yanlışlarıyla birikmiş yürekler var, heyecanlarımızın katilleri olan. Noktaları virgüllerine karışmış, devrilmiş tüm zamanları ve inatla bizim zamanımızı da başımıza devirmeye çalışan, bencil hayatlar, karşılaştıklarımız. Ve her geçen gün çoğalıyor bu kalp atışlarımızın ritmini bozan esrarlı siluetler. Siluetler, çünkü bir görünüp bir kayboluyor, her göründüklerinde çarpıntıya neden olup, her kayıplarında yürek burkulmalarına neden oluyorlar.

Bilek değil ki bu, biraz buz, biraz egzersiz yapınca geçsin. Kalbimiz yara alınca günlerce, aylarca kim bilir belki de yıllarca üflemek gerekiyor. Bilmiyorlar, öldürüyorlar her defasında. Bilmiyorlar, hissiz, halsiz yalnızca bir nefes bırakıyorlar. Bilmiyorlar.

Bir de bildiklerini sanıp ahkam kesiyorlar utanmadan. Utanmadan, umursamıyorlar. Ya da fütursuzca sözcükleri dağıtıyorlar etraflarına.

Bir de daha yakınımızda, yanımızda hatta dizimizin dibinde olmasını istediklerimiz var. Gözden ırak olan gönülden ırak olmasın, isteriz ya. “Esas kız ve esas oğlan olmamıza rağmen birbirimize aşık olma lüksüne sahip olmayan, Eros’un dalgınlığına gelmiş tutunamayanlarız biz” diye hikayeleştirdiğimiz yaşanmışlıklarımız var.

Ardından yalnızca yutkunduğumuz masallarımız var, yüreğimizden yağıp, dilimizin ucuna taşsa da sözcükler. Yalnızca yutkunuruz.

Sonraları şuursuzca yaşanan bir rahatlığın, farkındalıklı hiçliğine geçip başka bir boyut kazanırız. Kazandıklarımızın hesabını tutamadan kaybettiklerimize yanarız. Oysa duygulardan bahsettiğimizi unutmuş, karı, zararı tutar olmuşuzdur.

Zihindeki hesap yüreğe tutmaz hiç bir zaman.

İş böyleyken, yaşamakta olduğumuz her halt havada süzülür. Süzülür ve süzülür. Zihnimiz eşikte buğulanırken, ruhumuz çoktan bir boşluktan salınıvermiştir hiçliğe. Öyle güzelizdir ki.

Hiçliğin huzuruna kavuşmuşken bekler dururuz bir sonraki çarpıntıyı. Biliriz, her çarpıntıya koşarsak kalbimiz yorulur. Yorulsun. Zaten sık sık çarpmaz ki kalp dediğin, her önüne gelene. Öyle beklemişizdir ki aylarca belki de yıllarca, yüreğimiz bayram etsin diye. Bu yüzden her çarpıntıya koşarız yorulmak pahasına. Olsun, bizler değil miyiz ki, bile bile lades demenin keyfinden mazoşistçe zevk alan. Olsun, varsın, değsin, değmesin. Değerlerimiz, duruşumuz, karakterimiz, niyetimiz kadar var olduğumuzu bilen ‘hiç’ leriz biz.

“Ama” ile bağlanmayan güzel duyguların şerefine içer, o günlerin gelmesini bekleriz, inancımızı hiç kaybetmeden.