16 Aralık 2012 Pazar

Şuursuz bir rahatlığın, farkındalıklı hiçliğindeydim



Küçük bir kız çocuğuydum henüz. Kendimi mutsuz hissettiğim zamanlarda, gözlerimi kapatır, hep aynı hayali kurardım zihnimde. O değişmeyen sahnede, bir ben olurdum, tek başıma bembeyaz semada. Kendimi izlerdim kuş bakışı. Hafiflemiş bedenimi bulutların üzerine bıraktığım o kareyi görürdüm hep. Ruhum, sanki göç eden bir kuşun kanadından kopan bir tüy gibi özgür, salıverirdi kendini hiçliğe.

Bu sabah, yine o bembeyaz bulutlarla süslenmiş gökyüzündeydim. Bu sefer zihnimin bir oyunu değildi bu. Beni, çocukluğumun serseri kasabasına ulaştırmaya çalışan tayyarenin koltuğunda, düşüncesiz ve hissiz bir halet-i ruh'iyede, ifadesiz bir seferdeydim.

Ruhum, mutluluk ile mutsuzluk arasında ince bir çizgide medcezirdeydi. Ne bir kırıntı huzursuzluk vardı gönlümde, ne de bir somun mutluluk. Som bir sessizlik hakimdi hiçliğime.

Kıvrılıp, cenin pozisyonu aldım koltuğumda, ana rahmindeki sıcaklığı ve huzuru arzu edercesine. Gözlerimi kapatmak üzereydim ki, bir kız çocuğu belirdi pencerenin ardında, pamuklarla örülmüş semada, tek başına. Tanıdık, masum bir gülümsemeyle el salladı bana ve ardından bedenini salıverip, huzura yatırdı ruhunu.

Sonra, gözlerimi kapadım. İfademe huzurlu bir gülümseme yerleştirmeye çalıştım, tıpkı gözlerinin içi gülen o kız çocuğundaki gibi. Ardından bilinçaltımı tembihledim, karışmasın diye rüyalarıma ve uykuya daldım.

Şuursuz bir rahatlığın, farkındalıklı hiçliğindeydim...